9 Mart 2016 Çarşamba

Ah Güzel İstanbul (1966) - Film incelemesi

Film afişi
Bir film düşünün toplam süresi boyunca alt metin ile bezeli olsun, çekildiği yılda bulunduğu ortamı veya yerleşim yerini tüm çıplaklığı ile anlatsın, içerdiği karakterlerinin keskin çizgileri ile kendi hayatlarına yön versin ve böylece ortaya oldukça öngörü sahibi bir durum eleştirisi ortaya çıksın.
Başrollerinde Sadri Alışık ve Ayla Algan’ın yer aldığı 1966 yapımı “Ah Güzel İstanbul” tek hikâye üzerinden genel bir değerlendirme yapan oldukça samimi bir film olarak dikkat çekiyor. Dönemin İstanbul’unu İstanbul yapan iyi-kötü fark etmeksizin bütün niteliklerini çekinmeden ve farklı bir yorum katmadan olduğu gibi aktaran bir Atıf Yılmaz filmi. Türkiye sinemasının öncü yönetmenlerinden biri olarak tanıdığımız ve yüzlerce film çeken Atıf Yılmaz’ın filmografisinde bu film önemli bir yer tutar.

Film belki çekildiği yılda hedeflenen ilgiyi görememiş ve yapımcılarını zarara uğratmış olsa da o zamana ve ileriye yönelik yapılan tespitler çok tutarlıdır. Özellikle müzik alanında yapılan tespitler dikkate değerdir. Sadri Alışığın oynadığı karakter Haşmet İbriktaroğlu bulunduğu zamana ayak uydurmamış “eski kafalı” biri olarak seyirci karşısına çıkar. Filmde sıkça hobilerini yaparken görünür. Bunların arasında sigara içmek ve piyano ile beste yapmak vardır. Dostlarıyla sık sık rakı sofrasına oturur. “Gündüz çorbacı gece meyhaneci” Rıfkı’nın dükkânında sabahları çorba içer. Film de aslında Haşmet’in orada bulunduğu bir günde başlar. Herhangi bir kurum adına çalışmaz, tamamen özgür bir hayatı vardır fakat buna rağmen oldukça rutin sayılabilecek bir yaşam sürer. Sattığı malikânesinin yanında ufak bir gecekonduda birkaç eşyası ile yaşar. Bu eşyalardan en ilgi çekeni kuşkusuz piyanodur. Haşmet seyyar fotoğrafçılık yapar. İşini severek yaptığını hissettirir. Haşmet, Ayla Algan’ın canlandırdığı genç ve küçük bir yerleşim yerinden İstanbul’a yeni göç eden, hayallerinin peşinden ne olursa olsun giden bir karakter Ayşe Goncagül ile işini yaptığı sırada karşılaşır. Ayşe artist olma hayali ile yaşar ve seyyar fotoğrafçı Haşmet’ten fotoğraflarını çekmesini ister. Cüretkâr pozlar vermekten çekinmeyen çünkü bu pozlarla hayallerine kavuşacağına inanan Ayşe, gönlü oldukça saf genç bir kız olarak İstanbul macerası kötülüklerden çıkmaz. Ayşe artist olmak için bir yarışmaya gireceğini söyler.  Oğuz isimli karakter bu yarışmayı düzenler ve kısa süre sonra kendisinin sağlam pabuç olmadığı anlaşılır. Haşmet Ayşe’nin güvende olmasını ister bu sebeple evine davet eder ama onu orada fazla tutamaz. Ayşe bir mekanda şarkıcı olarak çalışmaya başlar. Haşmet piyanoda besteler yaparak Ayşe’nin kariyerinde yükselmesine olanak sağlar. Filmin tam bu anında olanlar özellikle müzik sektöründe yozlaşmayı gün ışığına çıkarır. Haşmet’in besteleri bulunduğu zamana göre biraz demodedir. Ayşe’nin patronu ona çağa uygun müziklerle gelmesini ister. Yani Modernleşme kavramı Haşmet ve Ayşe’yi ayırır. Bu da demek oluyor ki bu iki karakter birbirlerinden zıt iki olguyu temsil ediyor. İki zıt kutbun birbirini çekmesi gibi aslında Haşmet ve Ayşe de ne kadar uzak kalsalar da birbirlerini çekerler ve filmin sonunda buluşurlar.

Filmde geçmişe yapılan vurgu bu filmi gerici yapmıyor. Bunun nedeni içinde bulunduğu zaman diliminde sosyal ve kültürel durumlar olduğu gibi bir geçiş döneminde veya çatışma halinde seyirciye sunuluyor. Modernleşmenin özellikle müzik alanında yaygınlaşmaya başlaması film tarafından vurgulanıyor. Film bu modernleşmeye salt kötü olarak bir imaj kazandırmaması bu filmi gerici yapmaktan uzaklaştırıyor. Ortada bir sistem eleştirisi olsa da yozlaşmış bütünler de film tarafından kusursuz olarak çizilmiyor. Haşmet karakteri hayatında yeniliklere açık olmayan bir karakter olarak seyirciye sunuluyor. Yaptığı günlük aktiviteler hiç şaşmadan gerçekleştiriliyor. Fakat bir istisna var... Haşmet, Ayşe ile ilişkisini daha önce hiç olmadığı kadar çok ilerletiyor. Sahilde geçen bir sahnede sigarayı kıs süreliğine de olsa bırakıyor ki film boyunca dudaklarının arasından düşürmediği sigarasını öyle bir anda bırakması seyirciye ince bir mesaj veriyor. Ayşe için “Kendime yeni bir iş bulacağım” diyerek kendi yaşam biçimini bile değiştirmeyi göze alıyor. Özgürlüğünden modernleşme adına vazgeçme noktasına geliyor. Bulunan durum ne kadar umutsuz olunursa olunsun her an her şey değişebilir. Bu değişimin iyi veya kötü olduğunu kimse bilemez tabii.

Filmin kadın konusuna yaklaşımı muğlakta kalmayıp keskin çizgiler ile bezeniyor. Ayşe, küçük bir yerleşim yerinden koca bir şehre, İstanbul’a tek başına göç eden bir kadındır. Artist olmak isteyen Ayşe bu sebeple kendi ideallerinin peşinden gitmeye karar verir ve göç kararını bu şekilde alır. Buraya kadar anlaşılan şey kadın karakterin kendi ayakları üzerinde durabilmesidir ama çok geçmeden hedefi için attığı adımlarda hem tökezleyen bir kadın karakter olarak görünüyor. Artist yarışması düzenleyen Oğuz karakterinin niyetinin farklı olması ilk engel olarak sayılabilir. İş bulduğu yerde farklı bir evde, yeni bir ev arkadaşı ile kalmaya başlar. Ev arkadaşının sevgilisi tarafından tacize uğrar. Filmin genel atmosferinde kadınlara karşı takınılan tavır büyük oranda böyle. Güçlü olmaya çalışan kadınların hep ezildiği bir İstanbul portresi çizilmiş. Kadınlar öyle ki, söz hakkına da sahip değiller. Ayşe’nin intihar ettikten sonra hastane sahnesinde kendi cümlelerini değil de önceden hazırlanıp ufak bir kağıt parçasına yazılan sözcükleri basına anlatır ve kendisine yalan söylettirmesine izin verir. Şarkıcı olur belli bir şöhrete kavuşur, arkasında ona beste yaparak ayakta kalmasını sağlayan kişi erkektir. Filmin genelinde cinsiyetçi bir yaklaşım var ve bu sadece kadınlardan değil, çoğu seyirciden olumsuz not almasına sebep olur. Bu konuda filmin tek artısı kadın senariste sahip olmasıdır.

10 Uluslararası Bordighera Gülmece Filmleri Şenliği’nde jürinin özel olarak verdiği “Gümüş Ağaç Ödülü”nü almayı başarır. Hem senaristlik hem yönetmenlik yapan Safa Önal bu filmin senaristlerinden biridir. Senaryosunu yazdığı 395 film vardır ve bu alanda rekor sahibidir. Filmin bir diğer senaristi Ayşe Şasa ise o dönemdeki nadir kadın senaristlerden biridir ve filmde önemli bir kadın karakterin olması onu film için daha da önemli bir hale getirir. Safa Önal ve Ayşe Şasa filmin senaristleri olarak iyi bir iş çıkarıp tam puanı hak ediyor.

Filmin mekanlarından ve çekim tekniğinden bahsetmek gerekirse, film daha ilk dakikadan kasvetli iç mekandan başlıyor, hemen sonrasında ise güzel İstanbul manzarasıyla insana “oh” dedirtiyor. Filmin büyük bir kısmı iç mekanlarda geçiyor. İç mekanların detayları özenli hazırlanmış. Dekorlar oldukça şık ve ilk sahnede olduğu gibi insanı sıkan cinsten değil. Ayşe’nin şarkı söylediği yer oldukça güzel. Haşmet’in kaldığı gecekondu küçük, mütevazı ve bir o kadar da ustaca dizayn edilen eşyalarla konumlandırılmış. Dış mekanlar genellikle sahil kesimlerinde ve İstanbul’un canlı sokaklarında geçiyor. Sahil filmin afişinde de ana tema olarak tercih edilmiş. Basit çekim açıları ile filmin anlatmak istediğine odaklanılmış. Fazla geniş açı kullanılmaması seyircinin dikkatinin dağılmasını önleyici niteliktedir. Karakterlerin yüzüne yakın plan çekim yapılarak mimiklerini ve hisleri seyirciye aktarılmış. Haşmet ve dostlarının rakı sofralarındaki çekim açıları bu sahnelerin vuruculuğunu artırmış. Sahnelerdeki ışık kullanımı filmin çekildiği yıla göre takdir edilesidir. Filmin adının “Ah Güzel İstanbul” olması keşke daha bol İstanbul manzarası içerseydi dedirtiyor. Görüntü yönetmeni Gani Turanlı’nın Türk sinemasında çok fazla emeği olduğu görülür. Bu filmde de iyi bir iş çıkarmış, olumlu yönleri olumsuz yönlerine ağır basan bir eser çıkarmış ortaya.

Filmin kurgusu film için vurucu bir noktadır. Bu konuda kurgucu İsak Dilman işini iyi yaptığını kanıtlayarak filmi bir bütün olarak bize sunar. Filmin seyirciyi sıkmamasında kurgu önemli bir role sahiptir.

Sadri Alışık alışıldığı gibi usta işi bir oyunculuk sergilemiş ve filmin bütününü sırtlayan isim olmuş. Onun derdi ile seyirci dertlenir, onun mutluluğu seyircinin mutluluğu olur. Haşmet sigarası, adabı, eski toprak davranış ve konuşması ile karizmatik bir kişilik olmuş. .Ayla Algan’ın ise o zamana göre daha yeni ve tecrübesiz denebilecek bir aktris olarak zor bir rolün üstesinden gelmiş. Yan roller ise biraz sönük kalmış. Filmin sadece Haşmet ve Ayşe’ye odaklanması buna gerekçe olarak gösterilebilir. Başarılı yan rollerde bir iki isim sayılabilir. Ayşe’yi taciz eden kötü adamın bakışları seyirciyi gererek amacına ulaşıyor ve bir sürü kötü karakterin olduğu İstanbul atmosferinde korkutucu bir tipleme ortaya çıkıyor. Haşmet’in rakı sofrasına oturduğu arkadaşlarından bereli olanının da mimikleri çok başarılı ve gülümsetiyor.

Müzikler bir kara komedi filminde olması gerektiği gibi değildi. Müzik seçimleri çok genel ve klasikti. Haşmet’in bestesi diye karşımıza çıkan müzikler bilindik ve güzel müziklerdi. Filmin başlarındaki jenerik müziği filmde sunulan hava ile uyuşmuyor. Çok ağır ve hüzünlü bir müzik gibi insanın kulağına geliyor. Medeniyet Pansiyonu sahnelerinde müzik seçimleri filmin genelinde kullanılan müziklerin aksine başarılıydı.

İstanbul’un iç ortamını, çatışmalarını, kültürel ve sosyal değişimleri, yozlaşmanın ve modernleşmenin varlığını iki karakter üzerinden oldukça başarılı bir şekilde aktarmayı başararak mesajını sade bir biçimde seyirciyle aktaran filmin amacına ulaştığı söylenebilir. Çok duru bir filmin ortaya çıkmasında kamera arkası ekibinin emeği olduğu çok aşikârdır. Ufak tefek olumsuz yönlerinin dışında film kusursuz bir hâl alarak alkışı hak ediyor. Filmin herkes tarafından izlenmesi gerektiğini düşünüyorum.

Kara komedi tarzında sayılan bu film bu tür filmler arasında başarılı bir örnek olarak teşkil ediyor. Karakterlerinin ince ince işlenip sona doğru kaderlerinin kesişmesi ancak iyi yazılmış bir senaryonun eseri olabilir. “Ah Güzel İstanbul” yönetmen Atıf Yılmaz’ın dokunuşları ile sade ve anlaşılır bir film olur. Filmin izlenebilir olmasında oyuncular da büyük bir etkendir. İki başrol oyuncusu başarılı performans sergilemiş. Filmin gelişen olaylar ve şartlar neticesinde mutlu sona bağlanması ise biraz aceleye getirilmiş. Süresi biraz daha uzatılarak daha detaylı işlenerek aktarılabilseydi film bir üst seviyeye çıkmış olurdu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder